OSMANCIK GÜNDEM
İnteraktif Haber


Duyurular
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Hava Durumu
Takvim
Saat
Tülay HERGÜNLÜ
PRİZMA
Dilimize, paramıza, malımıza ihanet ettik
07/12/2018

Türk siyasi tarihinde belli kırılma noktaları vardır. İlki, Atatürk’ün vefat yılı olan 1938’ dir.

Siyaset şaşkına dönmüştür. Cumhuriyet’in emniyet kilidi olan İsmet İnönü işbaşındadır ancak

onun varlığı da yeterli olmayacaktır. 1945 yılından itibaren ABD ve diğer batılı ülkelerle flört

etmeye başlayan siyaset, ufaktan ufaktan yalpalamaya başlamıştır. Cumhuriyet Halk

Partisi’nin (CHP) içi cadı kazanı gibi kaynamaktadır. İkinci kırılma 1950 yılında gerçekleşir.

Tek partili dönem, yerini Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sine bırakır. Atatürk’ün

“ekonomik bağımsızlık” politikalarını yavaş yavaş terk eden Menderes hükûmeti, dışa

bağımlı bir siyaset izlemeye başlar. Amerika, “siz üretmeyin biz size satarız” demiş, bir de

üstüne yardım göndermiştir. Amerikan yardımıyla birlikte yabancı mallar da piyasaya hâkim

olmaya başlamıştır. Menderes, kalkınmanın önemli bir koşulu olarak kabul ettiği “kredili

yatırımı” benimsemekte ve ülke hızla borçlanmaktadır. Halk ise Atatürk’ün ısrarla üzerinde

durduğu “Muasır Medeniyet” hedefini, Batı taklitçiliği olarak anlamakta; kültür, sanat ve pek

çok konuda Batı hayranlığı ön plana çıkmaktadır. Atatürk’ün “Türk, öğün, çalış, güven”

özdeyişi ise yerini Batılı ülkelere karşı bir aşağılık duygusunun oluşmasına bırakmaktadır.

“Avrupa’da olsaydı şöyle olurdu, Amerika da olsaydı böyle olurdu”

Atatürk’ün “…Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı

diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” sözleri ve en büyük devrimlerinden biri olan Türk Dil

Devrimi’ de rafa kaldırılmış, Türkçe konuşurken araya yabancı kelimeler alınması moda

haline gelmiştir. Türk malları da giderek yerlerini yabancı mallara bırakmaktadır.

On yıllık Demokrat Parti iktidarında Cumhuriyet’in ilk iflası yaşanmış, 1958 yılında borç

erteleme isteyen ve elini kolunu IMF, Dünya Bankası ve ABD’ ye kaptıran Türkiye’ de 1960

ihtilâli ile üçüncü kırılma gerçekleşmiştir. Demokrasiye kısa bir ara verilmiş ancak yeni

Anayasa ile Cumhuriyet’in değerleri büyük ölçüde koruma altına alınmıştır. Alınmıştır

alınmasına da ülkede artık halk “köylü, şehirli” ya da “ memur-işçi” olarak çoktan

bölünmüştür. Paranız olsa bile eğer halktan biriyseniz şehir kulüplerinden içeriye adımınızı

atamazsınız…

Sonraki yirmi yılda da siyasi hayat ve ekonomi bir türlü düze çıkamaz. Artık Türkiye tam

bağımsız değildir. Ekonomisi bütünüyle dışa bağımlıdır. Türk gençleri ise “sağcı-solcu”,

komünist-kapitalist”, “dinci- dinsiz” olarak bölünmüş ve birbirlerini düşman ilan etmişlerdir.

Nihayet Türk siyasi hayatının en büyük kırılmalarından biri daha gerçekleşir; 1980 ihtilâli...

Ordu yine yönetimi ele almıştır…

1980 ihtilâlinin ardından Turgut Özal iktidarı- Anavatan Partisi- iş başındadır. Dünyada

Liberal (Serbest Piyasa) rüzgârları esmektedir. Türkiye’deki siyasi iktidar hemen kolları sıvar

ve ithalat kapıları ardına kadar açılır. Menderes döneminde yabancılara petrol arama

konusunda verilen imtiyazlar bu dönem daha da artırılır. Döviz (yabancı para) kullanımı ve

taşınması serbest bırakılır. İğneden ipliğe her şey dışarıdan alınmaktadır. Halk, yeni tanıştığı

yabancı mallara büyük bir iştahla saldırmakta, Çikita muz, Anamur muzunu piyasadan

silmektedir. Köylü artık “milletin efendisi” değildir. Dövizle alış-veriş ise çok sevilmektedir.

Atatürk’ün kurdurduğu fabrikalarda yerli üretim yavaş yavaş durdurulmakta, Batının

“özelleştirin” dayatması ile dev fabrikalar ve Kamu İktisadi Kuruluşları özelleştirilme

kapsamına alınmaktadır.

Gayrimenkul alım-satım ve kiralama işlemlerinde Amerikan Doları ile Alman Markı başı

çekmektedir. Sıradan vatandaşın bile cebinde Türk lirasından çok yabancı para

bulunmaktadır. Yaygın kanı şudur; Tonton Özal, Türkiye’nin bakış açısını medeni dünyaya

yani Batı’ya çevirmekte ve Türkiye’ye “çağ atlatmakta” dır... 1958, 1980 ve 1986 yılı

ekonomik iflaslarında yaşananlar ise çoktan unutulmuştur.

Özal vefat etmiş, ekonomi tıkanmıştır. 5 Nisan 1994 ekonomik kararları ile Türk ekonomisi

bir kez daha iflas bayrağını çeker. Türkiye, koalisyon hükûmetleri ile tarumar edilirken,

ithalat çılgınlığı da hız kesmemektedir. Dolar karşısında adeta yerlerde süründürülen Türk

lirası kendi ülkesinde bile rağbet görmemektedir. Ekonomik kararların ardından ağır iflaslara

neden olan dövizli borçlanmaya dayalı ticaretten ne iş dünyası ne de vatandaş bir türlü

vazgeçememektedir. Halk, kendi parasına asla ve asla güvenmemektedir…

1998 yılında uygulamaya konulan sıkı para politikası ve enflasyonu düşürme programı

ekonomik daralmayı önlemeye yetmez. 1999 yılının Aralık ayında hükûmet ile IMF arasında

yeni bir anlaşma imzalanır ancak bu da yeterli olmaz. Zaten bıçak sırtında duran ekonomi,

siyasilerin birbirlerine Anayasa kitapçığı fırlatması ile çığırından çıkar. Tarih, 21 Şubat 2001’

dir. Adına “Kara Çarşamba” denilen günde borsa çakılır, faiz fırlar, firmalar iflas eder ve

ABD’ den ithal edilen Kemal Derviş ile IMF’ nin yeni bir “güçlü ekonomiye geçiş” programı

uygulamaya konulur.

Türk siyasetinin en büyük kırılması “karşı devrim” 3 Kasım 2002 seçimleri ile gerçekleşir.

Erken seçim sonucunda siyasi iktidar değişir ve muhafazakâr görüşlü Adalet ve Kalkınma

Partisi (AKP) iş başına gelir. IMF’ nin “güçlü ekonomiye geçiş” programı yeni hükûmet

tarafından da aynen uygulanmaya devam edilir.

AKP döneminde Cumhuriyet rejimi değişmiş, yerini tek adamlığa dayalı Cumhurbaşkanlığı

sistemine bırakmıştır. (Türk tipi başkanlık sistemi). Başbakanlık tarihe karışmış, Parlamenter

sistem büyük ölçüde devre dışı bırakılmıştır. TBMM’ nin içi konu mankeni olmaktan öte

geçemeyen 600 vekil ile dolmuştur.

AKP’ nin 16 yıllık ekonomik uygulamaları da Türkiye’yi düze çıkartmaya yetmemiştir.

İnşaat sektörüne dayalı ekonomide paralar adeta betona gömülür, müteahhitler zengin edilir.

Dış borç inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. IMF’ ye olan borç ödenmiş ve bir daha kapısı

çalınmamıştır ancak bu dönemde IMF’ nin yerini uluslararası finans kuruluşları almıştır.

2018 yılı geldiğinde 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce 1.687, 268 TL olan Amerikan doları,

Cumhuriyet tarihinde görülmeyecek bir hızla yükselerek 12 Ağustos 2018 tarihinde 7,0970

TL’ ye ulaşır. Alman Markı’nın yerine benimsenen Avrupa para birimi Euro’da dolara

paralel olarak 8 TL sınırını aşar… Piyasalar yangın yerine döner, fiyatlar baş döndürücü bir

hızla yükselir. Olan yine vatandaşa olmuştur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Elinizdeki dövizlerinizi bozdurun, kira

sözleşmelerinizi döviz cinsinden değil TL cinsinden yapın” çağrısı ve hatta bununla ilgili bir

de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılması işe yaramaz. Dolar ilerleyen aylarda ancak 6

TL’ nin altına düşebilmiştir.

Cumhuriyet döneminin tüm ekonomik değerleri şeker fabrikaları da dâhil olmak üzere

“babalar gibi” satılmış, üretime dayalı ekonomik sistem tamamen terk edilmiştir. Türkiye,

samanını ve etini bile dışarıdan ithal eder hale gelmiştir. İşsizlik kronik bir hale dönüşmüş,

Enflasyon canavarı ise yüzde 25’lere yaklaşarak yeniden “merhaba” demiştir.

Geçen yıllarla birlikte soyluların dili olan Fransızca önemini kaybetmiş yerini İngilizce

almıştır. Sokaklar İngilizce tabelalarla donatılmakta, firmalar hatta isimler bile

yabancılaşmakta, tabelalarda Türkçenin yanı sıra İngilizce de yer almaktadır. Konuşma

dilinde bu kez İngilizce kelimeler araya sıkıştırılmaktadır. Türkçe sevdalısı bilim insanlarının

uyarıları fayda vermemekte, özel okullarda ve üniversitelerde “yabancı dilde” eğitim furyası

hızla yayılmaktadır. Türk çocuklarını, yabancı dilde düşünmeye zorlayan eğitim sistemi

giderek tehlikeli bir zihinsel dönüşüme yol açmaktadır.

Arap ülkelerinin Türkiye’de çok sayıda gayrimenkul alması ile nüfusu beş milyona yaklaşan

Suriyeli mültecilerin de etkisiyle Arapça her yerde ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Artık

tabelalar üç dilde oluşturulmaktadır; Türkçe, İngilizce ve Arapça. Bu arada özellikle

Güneydoğu’da, “açılım” sürecinde başlatılan Kürtçe tabela asılması konusundaki serbestliği

de ekleyecek olursak Türkiye’ de resmi Dil olan Türkçenin yanında üç yabancı dilin daha yer

aldığı gerçeğini görmezden gelemeyiz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ısrarla işaret ettiği “muasır medeniyet” seviyesinin “yabancı

hayranlığı” ve “yabancıları taklit etmek” olduğunu zanneden Türk insanı ne yazık ki diline,

parasına ve yerli malına ihanet etmiş, etmeye de devam etmektedir. Millet olarak,

ekonomideki yeniden dirilişin, kendi öz değerlerimize sahip çıkmakla gerçekleşeceğine

inanmak, topyekûn bir millî uyanışı gerçekleştirmek zorundayız. Aksi takdirde gelecek

günlerin neler getireceğini tahmin etmek çok da zor değildir.

Tülay Hergünlü

İstanbul, 5 Aralık 2018


1289 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Kadınlar günü, kadın hakları filan… - 16/03/2022
Kadın… Nedir kadın?
Haçlı Batı’nın ikiyüzlü siyaseti - 05/03/2022
Tarih boyunca Türk ve Müslümanlara yapılan katliamlara dünya her zaman seyirci kalmıştır.
Boğazlardaki Atatürk kilidi; Montrö Antlaşması - 28/02/2022
Atatürk’ün hemen ardından gelen iktidarlar, onun güvenli dış politika kurallarını sürdüremedi.
İyi polis, kötü polis - 13/02/2022
Hani dizi ya da filmlerde izleriz ya; polisler bir suçluyu sorgu odasına alırlar. İki polis içeriye girer.
“Yapacak bir şey yok!” - 09/02/2022
Günlerdir haber kanallarında vatandaşa elektrik ve doğalgaz faturalarının yüksekliği konusunda ne düşündükleri soruluyor.
Fatma Girik - 29/01/2022
Türk Sineması, tüm emekçileriyle birlikte kendine özgü sıcaklığı ve samimiyeti olan oyuncularıyla var olmuştur.
Ay çekirdeği - 26/01/2022
Kuruyemiş dükkânında bir diyalog:
Önce can, sonra canan - 21/01/2022
Geçtiğimiz günlerde telefonuma bir mesaj düştü.
Kayıt dışı çalışma hayatı - 17/01/2022
2022 yılında uygulanacak olan net asgari ücret 4.253,40 TL. olarak belirlendi.
 Devamı