OSMANCIK GÜNDEM
İnteraktif Haber Gazetesi

Duyurular
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Hava Durumu
Takvim
Saat
Nihat KARALAR
12 Eylül’ün Yıldönümü’nde: Yeni Türkiye’den bir ‘12 EYLÜL’ anısı..
13/09/2014
 
12 Eylül’ün Yıldönümü’nde: Yeni 
 
Türkiye’den bir ‘12 EYLÜL’ anısı..
 
Ufacıktım, miniciktim 14-15 yaşlarında çelimsiz mi çelimsiz bir çocuktum...
 
Ne o büyükler gibi ülkeyi kurtarabilecek yaşlarda, ne de yaşananları tahlil edebilecek erginlikte...
 
Çocuk aklımca, yaşananları tahlil etmeye çalışıyor; koparılan onca filizin, ezilen onca çimenin kime ne zarar 
 
verdiğini düşünmeye çalışıyordum...
 
14-15 yaşlarında bir çocuktum... 
 
Aslında 1979 1 Mayıs’ında çocuk olmadığımı anlamış, hatta büyükler ‘sen çocuk değilsin’ demişlerdi. 
 
O vakit kafam hayli karışmıştı. 
 
Yıllarca süren 1 Mayıs davası süresince hep aklıma; mahkeme heyetinin okuduğu metindeki; ‘Anayasal düzeni 
 
silah zoruyla yıkmak...” diye başlayıp giden sözler takılmıştı da, ne demek istenildiğini anlayamamıştım.
 
Ve bugün de hâlâ anlamış değilim.
 
Ben kendimi o vakitler 14 yaşında çelimsiz bir çocuk gibi görüyordum, ama değilmişim. 
 
Anlayacağınız; ‘boyumdan büyük işlere karışmışım da haberim yokmuş!
 
Ve şimdi düşünüyorum da; nasıl olur da bir ülkede 14-15 yaşlarında çocuklar, düzen için tehdit 
 
oluştururlardı. ‘Yaşasın 1 Mayıs’ diye bağırmakla sistem mi yıkılırdı!
 
Tabii o günlerde bunu anlamak hem zor, hem de yaşımız gereği olanaksızdı! 
 
Hoş, bugün de anlamış değiliz.
 
Aradan 35 yıl geçmesine rağmen yine ülkemde gençler, demokrasi isteyenler, kadınlar, üretenler, emekten yana 
 
tavır koyanlar ‘potansiyel suçlu’ olmaktan, yakalarına yafta gibi takılmaktan kurtulamadı.
 
Ve bu ülkede 12 Eylül hukuku; yasalarıyla, -apoletini çıkarmasına rağmen- bir süre Marmaris’te ‘Nü’ çalışması 
 
yapan ve şimdi ise hastane köşelerinde yaşamak zorunda kalan Netekim Paşaları’yla var olduğu sürece 
 
demokrasinin geleceğini beklemek biraz safdillik olsa gerek.
 
Ufacıktım, miniciktim, çelimsiz bir çocuktum.
 
Ama o çocuk halimle birçok şeye aklım eriyor, filizlerin koparılmasının, çimenlerin ezilmesinin iyiye işaret 
 
olmadığını algılayabiliyordum.
 
Bugün12 Eylül.. 
 
Ve bugün işte filizlerin koparıldığı, çimenlerin ezildiği günün 34.yıldönümü.
 
...
 
Biliyorum şu an birçoğumuz; -yaşı 40’ın altında olanlar- o günü ne hatırlıyor, ne de doğru dürüst ne olduğunu 
 
biliyor.
 
Yaşı 40’ın üzerinde olanların birçoğu ise; şöyle veya böyle o korkunç dönemde çok sıkıntı çekti. Kimi sakıncalı 
 
bulunup, generallerin iki dudağı arasından çıkan sözcükle 1402 sayılı yasa ile kamuda işine son verildi, kimi 
 
gözaltına alınıp, işkencelere uğradı, kimi de 17’sinde Erdal Eren gibi idam sehpasına çekildi.
 
Binlerce hatta on binlerce insan ülkesini terk edip mülteci hayatı yaşamak zorunda kaldı.
 
600 bini aşkın insan belirsiz sürelerle gözaltına alındı. Bunlardan kimi kayboldu, kimi sakat kaldı. Kimin mezarı 
 
ise yıllar geçmesine rağmen bulunamadı.
 
Biliyorum bugün birçoğumuz (aklı erenler) o günleri ne yaşamak, ne de anmak istiyoruz. 
 
Ve hatta yaşanan onca acı, çile ve gözyaşını aklımıza bile getirmek istemiyoruz.
 
Yani sonunda 12 Eylül’ün istediği gibi ‘Balık hafızalı bir toplum’ olup çıktık.
 
Dününü unutmuş, değerlerini yitirmiş, demokrasisine sahip çık(a)mayan toplumların geleceklerini sağlıklı bir 
 
biçimde kurgulamaları da olanaksızdır. 
 
İşte 12 Eylül 1980 Darbesi; toplumun dün ile geleceği arasındaki tüm bağları kopardı /izole etti/ deforme etti/ 
 
dumura uğrattı.
 
Kısacası; Türkiye 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ardından çok karanlık, sıkıntılı ve acılı günler yaşadı.
 
Ve bugün de işte karanlığın izlerini taşıyan 1982 Anayasası ve değiştirilemeyen yasaları ile yaşamaya devam 
 
ediyor.
 
Siyasetin en solundan en sağına kadar birçok parti; bu Anayasa ve yasaların değiştirilmesini istemesine rağmen 
 
değiştirilemiyor.
 
Ufacıktım, miniciktim, çelimsiz bir çocuktum.
 
Aklım o günlerde bir şeylere ermiyordu. Yaşananları gördükçe hâlâ da erdiğini söyleyemem.
 
Ama aklımın erdiği bir konu vardı:
 
Türkiye 12 Eylül yasalarıyla yaşamaya asla mecbur değildir. 
 
MECBUR DA OLMAMALIDIR! 
 
Daha fazla vakit geçirmeden 12 Eylül ile hesaplaşabilmeliyiz.
 
Eğer gerçekten çağdaş dünya ulusları arasında yer almak istiyorsak –ki istiyoruz- öyle ise buna hava kadar, su 
 
kadar mecburuz. 
 
Mecbur olmaktan öte Çağdaş bir Türkiye özlemi ile yanıp tutuşan yurttaşlar olarak büyük bir sorumluluğumuz 
 
vardır.
 
***
 
 ‘NETEKİM, MEMLEKETTE HİÇ HUZUR KALMAMIŞTI’ (!)
 
Bizim, yani 1973'lü yıllarda ilkokula başlayanların lise yılları 12 Eylül darbesinin yapıldığı sıcak günlere denk 
 
gelir. O günlerde öğrenci olmak; bıçak sırtında dans etmeye benzerdi. 
 
Gazete sayfalarından, tv ekranlarına (hoş, o zaman ne özel tv'ler, ne de bunu düşünen girişimciler vardı.), 
 
yayımlanan bildirilerden, sokak konuşmalarına kadar hepsinin baş konusu; gözaltılar, tutuklamalardı. Genelde 
 
bunlar fısıltıyla konuşulur, üçüncü bir kişinin duymaması için büyük bir ustalık sergilenirdi. 
 
N’olur n’olmaz; yerin kulağı olabilirdi!.
 
Konuşmanın kıyısından köşesinden duyduğu bir iki sözcüğü bir yerlere gidebilirdi.
 
Çünkü o günler ki; ortalıkta jurnalcilerin cirit attığı günlerdi.
 
İşin ucunda Allah korusun, bir ihbara kurban gidip, ağzım-gözüm deyinceye kadar birkaç ay yatmak da vardı. 
 
Tabi o günlerde daha bıyıkları yeni yeni terleyen 15-16 yaşlarında gençlerdik. Ülkede olup bitene öyle pek 
 
aklımız ermezdi. Ama bazı gelişmelerden özellikle TRT’nin haber saatlerinde ekranın büyük bölümünü işgal 
 
eden Netekim Paşa’nın Kur’an’dan ayetler okuyarak gerçekleştirdiği yurt gezilerindeki konuşmalarından bir 
 
şeyler anlamaya çalışırdık.
 
Netekim Paşa‚ Guinnes Rekorlar Kitabı’na mutlaka girmesi gereken konuşmalarında; 
 
“Memlekette hiç huzur kalmamış, bir avuç eşkıya memleketi bölgelere bölmüş. Sinsi emellerini gerçekleştirmek 
 
için gençleri kullanmışlar” vb. değerlendirmelerde bulunuyordu.
 
O günleri hatırlayanlar, çok iyi bilirler ki; akşam haberlerinin baş konuğu Netekim Paşa olurdu. 
 
Ardında da bilmem yurdun şu bölgesinde ele geçirilen örgütsel dokümanların geçidi başlardı.
 
Genelde doküman olarak da, piyasada rahatça satılan dünya klasikleri ile birkaç Marks ve Lenin'in kitapları 
 
olurdu. 
 
Amaç belliydi: 'Sakına sakın, bu tür kitapları okumayın!' 
 
Hatta, 'hiç kitap okumayın!' demek isteniliyordu. 
 
Ve bu depolitizasyon, bugün bile kendini hissettiriyor.
 
Haa, iş bununla kalmadığı gibi; böyle bir mizanseni hazırlayanlar yani Netekim Paşa ve arkadaşlarının aklına 
 
okuma-yazma seferberliği düzenlemek geldi.
 
Ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100. yıldönümüne denk gelen 
 
1981 yılını 'Okuma-Yazma Yılı' ilan ettiler.
 
***
 
Bir yandan 'kitap okumak tehlikelidir' fikri Tv ekranından beyin hücrelerinin en ince noktasına enjekte edilirken, 
 
diğer yandan da 'Okuma-yazmanın' öneminden dem vurulurdu.
 
Böyle bir girişim (siz adına ne derseniz deyin) dünyanın başka bir ülkesinde var mıydı, bilemem? 
 
Ama ne acıdır ki; bizim ülkemizde devletin en üst tepesindekilerce öyle ustalıkla mizanse ediliyordu ki; bugün 
 
bile hâlâ o günlerin acısını çekiyoruz.
 
Üstüne üstlük, hâlâ hiç okumayan toplum olduğumuzdan yakınıp duruyor, bir de veryansın ediyoruz.:
 
"Adamım, bu toplum okumuyor. En ünlü yazarların kitapları bile kitapçıların raflarında aylarca hatta 
 
yıllarca öylesine duruyor" diye söylenmekten de geri kalmıyoruz.
 
Evet, bu toplum okumuyor!
 
Evet, bu toplum okumayı hiç sevmiyor!
 
Çünkü, yıllarca bu ülkede kitaplar suç aleti olarak lanse edildi.
 
Kamyon kamyon kitap, 'sakıncalı' olarak nitelendirilip, Sıkıyönetim Mahkemeleri kararlarıyla SEKA'ya 
 
gönderilip, hamur edildi.
 
Yazarlar, çizerler, düşünenler, okuyanlar cezaevlerine tıkıldı. (Bugün de tablo değişmiş değil)
 
Gazeteler toplatıldı, dergiler müsadere altına alındı. 
 
Yayınevlerine baskınlar düzenlenip, sorumluları gözaltına alındı. Onca eziyet ve insanlık dışı uygulamaya maruz 
 
bırakıldı.
 
Gözaltına alındığı 7 Kasım 1981 tarihinde işkenceyle öldürüldüğü mahkeme tutanaklarıyla da kesinleşen Onur 
 
Yayınevi sahiplerinden İlhan Erdost ise bunun en açık örneğiydi.
 
***
 
'Toplum, kitap okumuyor' diye yakınanlar, hatta 'bu toplumdan hiç bir şey olmaz' diyenlerin bu noktada durup 
 
düşünmesi gerekmiyor mu?
 
Yıllarca bu ülkede; kitapları suç aleti olarak göstereceksiniz, bunu da her akşam TRT ekranlarından insanların 
 
beynine enjekte edeceksiniz, sonra da 'niye bu toplum okumuyor' diye yakınacaksınız.
 
Böyle bir mantık olur mu?
 
Yani bugün 'toplum niye okumuyor' diye yakınanların, ağızlar dolusu küfürle 'bu toplumla iş olmaz' diyenlerin, 
 
önce sorunun derinliklerine inmesi gerekiyor. Bu yapıldığında görülecek ki; birileri toplumun üzerine 'ölü 
 
toprağı' serpmişler ve bu çabalarında da başarılı olmuşlardır.
 
Bugün işte o günlerin verdiği acıyı çekiyoruz. İnsanlar hâlâ kitapevlerinin önünden geçmiyor, ateşten eli yanan 
 
çocuğun maşadan uzak durduğu gibi, kitaplardan uzak duruyorsa, bunun tek sorumlusu 12 Eylül yönetimidir.
 
Ve o günlerde tafrasından geçilmeyen Netekim Paşa, bugün Marmaris'lerde sanat eseri (!) üretmekle meşgulse; 
 
gazete ve televizyon kanalları da Paşa'nın çalışmalarını yayımlamak için birbiriyle yarışa giriyorlarsa, bu ülkede, 
 
hâlâ insanların 'neden okumuyorsunuz' diye sorgulanması ne derece doğrudur?
 
Hoş, aslında kimsenin böyle ne bir niyeti, ne de düşüncesi var. 
 
Biz ise kendi kendimize gazel okuyup duruyoruz!
 
Beyinlerimiz darmadağın olduğu için, düne bakmayı aklımızın ucuna bile getirmediğimiz gibi, buna gerek de 
 
duymuyor, hep işin kolayına kaçıyoruz!
 
Ülkemizin son 34 yılının üzerine değirmen taşı gibi oturan depolitizasyon silindirinin yaptığı darbeleri ne 
 
görüyor, ne de sorgulayabiliyoruz.
 
Ve bu gidişle sorgulayacağımıza da pek inanamıyorum. 
 
Ne dersiniz?


1131 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

VE ‘KARA PROPAGANDA’ FİLMİ YENİDEN VİZYONA MI GİRİYOR? - 15/05/2015
‘Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu Birinciliği beyaza verdiler’
VE DANANIN KUYRUĞUNUN KOPMASINA 41 GÜN KALDI! - 28/04/2015
GÜNÜN SÖZÜ: KULAKLARA KÜPE!
SARI ÖKÜZ’Ü VERMEK YA DA VERMEMEK! - 21/04/2015
7 Haziran Genel Seçimleri için geri sayım başladı.
NE O.. AT İZİ, İT İZİNE Mİ KARIŞIYOR? - 05/04/2015
Türkiye hala, geçen hafta başında meydana gelen iki olayın şokunu atlatmış değil.
TÜNELİN ÇIKIŞINDAKİ IŞIĞI GÖREBİLMEK! - 01/03/2015
ZAMAN su gibi geçip gidiyor..
‘İDAM CEZASI’ VE YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK! - 19/02/2015
Mersin’de 20 yaşındaki Özgecan Aslan’ın vahşi cinayete kurban gitmesi, hepimizi derinden yaraladı.
KOMŞUDA PİŞER BİZE DE DÜŞER Mİ! - 04/02/2015
Yunanistan Radikal Sol Koalisyonu’nun (SYRIZA) seçim zaferi, başta Avrupa olmak üzere tüm dünya solunda yeni bir umut ve yeni bir heyecan yarattı.
HER YENİ YIL BERABERİNDE YENİ UMUTLAR GETİRİR (Mİ)? - 30/12/2014
HANİ ESKİ YILI UĞURLARKEN, yenisine dair beklentileri yazmak adettendir ya, biz de öyle yapmaya çalışacağız.
BİZDEN DUYMUŞ OLMAYIN.. 2015 YILI ÇOK ZOR GEÇECEKMİŞ! - 22/12/2014
Genellikle yeni yıla girerken, içimiz yepyeni bir umutla dolar ve geleceğe yönelik çok güzel düşler kurmaya çalışırız.
 Devamı