OSMANCIK GÜNDEM
İnteraktif Haber Gazetesi

Duyurular
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451532.5815
Euro34.684134.8231
Hava Durumu
Takvim
Saat
Nihat KARALAR
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İŞTE BİZİM FOTOĞRAFIMIZ!
31/08/2014

Hem iklim, hem de gerek bölgemiz, gerekse ülkemiz açısından hayli sıcak geçen bir yazın ardından bugün 

sonbaharın ilk aylarından Eylül ayına girmiş bulunuyoruz.

Bugün aynı zamanda Dünya Barış Günü..

Giderek kirli savaşların yaygınlaştığı bir dünyada Barış Günü’nün kutlanmasının, her zamankinden daha 

anlamlı hale geldiğini düşünüyorum.

Oysa daha da anlamlaşması gerekirken, sanırım içi boşaltıla boşaltıla sadece bir kaç demokratik kitle örgütünün 

kutladığı bir gün olarak kaldığını söylersek, abartmış olmayız. 

Gerçi, bu bile sevindirici ve umut verici bir gelişmedir. 

Dünyanın barışa dünden fazla gereksinimi var. Çünkü dünyanın dört bir yanında süren bir çok savaş var. 

Fazla uzaklara gitmeye de gerek yok!

Şöyle göz ucuyla bile olsa çevremize baktığımızda; Irak, Suriye, Filistin-İsrail, Ukrayna’da ayrılıkçı güçlerle 

Rusya birlikleri arasında savaşların sürdüğünü görebiliriz.

Bırakalım dünyadakileri, içte de tablonun pek iç açıcı olduğunu söyleyemiyoruz. 

Hele de son birkaç aydır yaşananları hatırladığımızda BARIŞA NE KADAR çok ihtiyacımız olduğunu rahatlıkla 

görebiliriz.

Sanırım, uzun uzadıya anlatmaya da gerek yok. Çünkü her şey gözler önünde yaşanıyor ama sorun biraz 

bakmaktan çok anlamak ve doğru okuyabilmekte düğümleniyor diyebiliriz. 

Oysa yaşadıklarımızı doğru okuyabilsek, -daha doğrusu fotoğrafa doğru açıdan bakabilsek-, sorunların kaynağını 

net olarak görebilir, çözümü konusunda daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz diye düşünüyorum.

Ama olaya ne bu açıdan bakabiliyor, ne görebiliyor, ne de okuyabiliyoruz!.

Hal böyle olunca da, bir hengâmenin içersinde yuvarlanıp gidiyoruz. 

(Bunun adına ne derseniz deyin, biz, sorunların detayına kafa yormayı pek sevmeyen, her şeyin görünen 

yüzüyle yetinme kolaycılığını tercih eden bir yapıya sahibiz diyebiliriz.)

***

Bu nedenle; her ne kadar, savaş isteyenlerin bile ‘barışsever’miş gibi pozlar verdiği bir dünyada, inadına BARIŞ 

diyenlerin sayıları az da olsa, seslerinin her şeye rağmen yükselmesini anlamlı buluyorum.

Bu duygularla, Dünya Barış Günü’müz kutlu olsun derken, içinde birey olarak hepimizin -şöyle veya 

böyle- sorumluluğu olduğu bir fotoğraftan söz etmeye çalışacağım.

Özellikle son 12 yılda yaşananları/ yaşadıklarımızı gözler önüne getirdiğimizde, bunların çoğunun sorumlusunun 

bizler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kısacası; toplum olarak genlerimizde; “Sana ne elin üç keçisi, beş oğlağı!” vurdumduymazlığı dolaşıyor.

Her şeye rağmen, Türk insanı olarak genelde kendimizi pek akıllı sanırız. Yani aklımızın ermediği, üzerine 

kitabi sözler söylemediğimiz hiç bir konu yoktur. Yani her şeyi biliriz, bilmesek de bilmiş gibi yapmayı çok iyi 

beceririz.

Velhasıl, bu ülkede herkes her konuda bilgilidir!

Mümkünü yok, ‘bilmiyoruz’ diye bir sözcük yoktur, kitabımızda!

Oysa geriye dönüp baktığımızda; öyle yanlışlarımız/hatalarımız vardır ki, nerdeyse sayısını bile bilmeyiz/ 

bilmekte istemediğimiz için de ‘odunumun parası’ misali, ‘akıllı’ olduğumuzda ısrar etmekten de geri 

kalmayız.

Oysa öte yandan en doğal hakkımız olan en ufak bir olayda, süt dökmüş kedi gibi, köşemize çekilmekten, 

hiç bir şey olmamış gibi davranmaktan da geri kalmayız.

Hatta öyle bir şeye yeltenen olursa ‘hemşerim dünyayı sen mi kurtaracaksın?’ diye uyarı yapmakta üstümüze 

yoktur. 

Adeta uyarı filozofuyuzdur. Çünkü bize öyle öğretilmiş, daha kendimizi tanıdığımız andan itibaren önce anne 

veya babamız; “aman aman sen ol, etliye sütlüye karışma” diye uyarmış. Daha sonra da okuldan tutun, 

hayatın her alanında aynı uyarılar karşımıza sıkça çıkmakta/çıkıyor.

***

Konuyu dağıtmadan, bizim topluma özgü uyarı çeşitlerine şöyle bir göz attığımızda, adeta bizi yasaklar 

çemberine hapseden bu anlayışları çok net olarak görebiliriz..

İşte size, Türk insanına özgü birkaç uyarı çeşitleri:

-Etliye sütlüye karışmayacaksın.

-Sana ne elin üç keçisi, beş oğlağı.

-Bak, bilmem kimin oğlu veya kızı, aklının ermediği şeylere karıştı, şimdi başı beladan kurtulmuyor.

-Sakın sen sen ol, ne ileri git, ne de geri de kal. Hep ortada ol.

-Gelene ağam, gidene paşam dersen anan ağlamaz.

***

Ve bunun gibi daha bir çok çeşidi vardır.

Hani biz çok akıllıyız ya, en doğal hakkımızı bile savunmak beceriksizliğimize kılıf bulmaktan geri kalmayız.

“Ne yapalım hemşerim, şimdi biz uğraşacağız. Sıkıntı çekeceğiz, birileri de ondan nasiplenecek. Öyleyse 

ben niye karışayım ki...” der işin içinden çıkarız..

Elbette bugünlere birden bire gelmedik!

Kökenine indiğimizde çok eskilere dayandığını, hatta genetik yapımızla da ilintili olduğunu söyleyebiliriz. 

Aslına bakılırsa, bu konu hayli çetrefilli. 

Öyle bir iki nedene bağlayarak, ortaya konulacak bir konu da değil. Aksine toplum bilimcilerden tutun da, 

sosyologlara, psikologlara ve tarihçilere kadar uzanan geniş bir bilim insanlarının ele alıp, inceleyeceği 

konulardan birisidir.

Ve bugüne kadar da şöyle veya böyle ele alınıp irdelenmiştir.

***

Örneğin; üzerimizden 12 Eylül 1980’de koskoca bir silindir geçti. (Gerçi dilimize adeta pelesenk olan bu 

cümlenin bir hükmü de kalmadı. Çünkü silindir artık hayatımızın bir parçası oldu)

Toplum, girdiği/girdirildiği dehlizden kolay kolay çıkamadı. Çıkmaya yeltenenlere ise hayli sıkıntılar çektirildi.

Bir depolitizasyon ve deformasyon uygulandı ve bunda da hayli başarılı olunduğunu söyleyebiliriz.

Yaşanan tüm bu bilinçli, en ince ayrıntısına kadar hesaplanan uygulamaların hepsinde topluma; ‘duyarsızlık / 

kayıtsızlık, adam sendecilik ve nemelazımcılık’ enjekte edildi. Şu anda da hâlâ büyük bir çoğunluğumuzun 

damarlarında bu virüs dolaşıyor.

***

Bu olumsuz gelişme, bizi hiç mi rahatsız etmiyor?

Elbette ediyor-etmesine de, bu konuda büyük bir çoğunluğumuzun hemfikir olmasına rağmen, yine de tablodan 

memnunmuş gibi tavrın ağırlıkta olduğunu söyleyebiliriz.

İşte, asıl sorgulamamız gereken noktada, burasıdır. 

Kendimizde bunu sorgulama cesareti bulduğumuzda, yaşadığımız bir çok sorunun çözümünü de bulacağımıza 

inanıyorum. 

Bu duygularla, yeniden 1 Eylül Dünya Barış Günü’nüzü kutluyor, yazımı da günün moda söylemiyle; BARIŞ 

HEMEN ŞİMDİ! diyerek sonlandırıyorum.

Evet.. BARIŞ HEMEN ŞİMDİ!..

***

İLGİNÇ SORU-CEVAP:

SORU : Doğum tarihiniz nedir?

CEVAP : 15 Temmuz

SORU : Hangi yıl?

CEVAP : Her yıl

**

SORU : Sizinle yasayan oğlunuz kaç yasında?

CEVAP : Ya 38 ya da 35. Hangisi olduğunu hatırlamıyorum.

SORU : Ne kadardır sizinle yasıyor? 

CEVAP : 45 yıldır...

(İnanması güç ama yukarıdaki soru ve cevaplar gerçek mahkeme tutanaklarından alınmıştır.)

***

BİR DİPNOT: BOTOKS’LANIYOR MUYUZ!

Teknolojinin gelişim hızına erişemediğimiz bir süreçten geçerken, yaşamımız adeta SANALLAŞ’tı 

diyebiliriz. 

Her şeyin doğallığını kaybetmeye yüz tuttuğu bir ortamda, GERÇEK yerini SANALına, doğal güzellikler 

yerini, sanal çirkinliklere yani botokslusuna bıraktığı bir ortamda acaba siyasetçinin de botokslu olanı var 

mıdır? diye düşünmüyor değiliz. 

Sizi bilmem ama ben, hayli merak ediyorum. 

Geçtiğimiz günlerde, yaygın basında bir köşe yazarı, bu konuyu hayli çarpıcı bir yazıyla gündeme getirdi. Yazıyı 

okuduktan sonra, bizde de botokslu siyasetçi var mı? diye araştırmaya başladım.. 

Sözün kısası; her şeyin botokslandığı dünyamızda, bir çok siyasetçinin de botokslandığına tanık olduğumu 

söyleyebilirim.

Neyse sözü uzatmadan sözü Of’lu Hoca’ya getirelim.

 Çünkü Hoca, o meşhur vaazlarından birinde bu konuyu çok güzel ele almış. Sanırım, Oflu Hoca’yı bilmeyen, 

ya da onun o güzel vaaz videolarından birini izlemeyen yoktur. 

***

Of’lu Hoca, bir vaazında ‘BOTOKS’ konusunda şöyle diyor:

 “Ey cemaat! Kimi arkadaşlarda acayip bir değişikluk farkettum. Bakayirum yaş, 60 kaporta ise 30... Ula 

habular, bodoks yapayiler galiba!”

Kıssadan hisse... 

Bu ülkenin “Botokslu siyasetçiler”e ihtiyacı olduğu kanısında değilim. 

Kendileriyle barışık olsunlar ve ruhen genç kalsınlar. 

Ve asla kendilerini vazgeçilmez saymasınlar. 

Gençlere daha çok yer vermeliyiz derken, onların önünde olmaya gayret göstermesinler! 

Ve gençler, bu eski isimlere saygı ve sevgide kusur etmesinler. 

Onlara mecbur olmadıklarını da çok iyi bilsinler! (Basından-İdris Akyüz)


1104 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

VE ‘KARA PROPAGANDA’ FİLMİ YENİDEN VİZYONA MI GİRİYOR? - 15/05/2015
‘Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu Birinciliği beyaza verdiler’
VE DANANIN KUYRUĞUNUN KOPMASINA 41 GÜN KALDI! - 28/04/2015
GÜNÜN SÖZÜ: KULAKLARA KÜPE!
SARI ÖKÜZ’Ü VERMEK YA DA VERMEMEK! - 21/04/2015
7 Haziran Genel Seçimleri için geri sayım başladı.
NE O.. AT İZİ, İT İZİNE Mİ KARIŞIYOR? - 05/04/2015
Türkiye hala, geçen hafta başında meydana gelen iki olayın şokunu atlatmış değil.
TÜNELİN ÇIKIŞINDAKİ IŞIĞI GÖREBİLMEK! - 01/03/2015
ZAMAN su gibi geçip gidiyor..
‘İDAM CEZASI’ VE YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK! - 19/02/2015
Mersin’de 20 yaşındaki Özgecan Aslan’ın vahşi cinayete kurban gitmesi, hepimizi derinden yaraladı.
KOMŞUDA PİŞER BİZE DE DÜŞER Mİ! - 04/02/2015
Yunanistan Radikal Sol Koalisyonu’nun (SYRIZA) seçim zaferi, başta Avrupa olmak üzere tüm dünya solunda yeni bir umut ve yeni bir heyecan yarattı.
HER YENİ YIL BERABERİNDE YENİ UMUTLAR GETİRİR (Mİ)? - 30/12/2014
HANİ ESKİ YILI UĞURLARKEN, yenisine dair beklentileri yazmak adettendir ya, biz de öyle yapmaya çalışacağız.
BİZDEN DUYMUŞ OLMAYIN.. 2015 YILI ÇOK ZOR GEÇECEKMİŞ! - 22/12/2014
Genellikle yeni yıla girerken, içimiz yepyeni bir umutla dolar ve geleceğe yönelik çok güzel düşler kurmaya çalışırız.
 Devamı